Mendil ve Kir
Mendil ve Kir*
Dilek Özcan
Uzunca süre izlemiştim onu. Orta boylu, çelimsiz vücudu, kirli giysilerine aykırı şekilde çocuksu bir yüzü vardı. Parkın içinde elinde mendillerle insanlara satış yapıyordu. Amacım ona kendimi göstermeden izlemekti ama dikkatliydi, arada bana baktı, mendilleri bitince gelip bankta yanıma oturdu. Kötü kokuyordu, rahatsız oldum, selam verince de kalkıp gidemedim. Makaleyi düşünüp biraz konuşturmaya karar verdim, zaten ne olduğu belli, anası babası yoktur, yurttan kaçmıştır falan filan. Sokak çocuklarının hikâyeleri hep aynı değil midir?
Gündüzleri mendil satıyorum, özellikle de ağaçlık yerlerde. Ee ne yaparsın fırsatları değerlendirmek lazım. Kuşlar da sağ olsun bana yardım ediyorlar, günde üç beş de olsa insanların üzerine yaptıkları kakaları benim cebimi dolduruyor. Gece de metro çıkışında mendil açıp yolumu buluyorum. Anam babam yok benim, kendimi bildim bileli de sokaktayım gibi sana ağzımı eğip bükemem. Bende her tür iş var ama yalan yok. Bizim de bir hikâyemiz var elbet. Şuradaki ara sokakta eskilik bir evde birkaç kopukla yaşarım. Konuşmam düzgünce mi? Biraz sokak dili kapmışlığımız var ama okumuşluğumuz da var. Kaça kadar okuduğumu sorma be abi, ilim dediğin elif mertekten, bilim dediğin a'dan b'den ibaret değil. Üşüdün, gel bize götüreyim. Adını sormadım, sen ne iş yaparsın, kılığından sokak adamı olmadığın belli. Demek üniversitede hocasın, bizim gibileri merak ettin! Amma yaptın abi, gördüğün kadarız işte. Makale yazacaksın, vay be! Geldik işte yuvaya, korkma çekinme gel, geç şöyle.
Bazı camları kırık, eski, ahşap bir eve getirdi beni. Kapısını hafifçe omzuyla iterek açtı. İçeri girdiğimizde sağlı sollu iki oda ve merdivenin olduğu antre karşıladı. Duvarların sıvaları dökülmüştü, bir zamanlar yeşil olduğu anlaşılan küflü, nemli boya örtüsü yer yer kendini gösteriyordu. Ağır bir koku vardı. Soldaki odaya çağırdı. Yerde kirli bir döşeğin üzerinde bir köpek uyuyordu. Odada bir sandalye birkaç da pazarcı kasası bulunuyordu. Böyle bir yerde nasıl yaşanır aklım almadı.
Bak bu sandalye temiz, sen bunda otur. Ben de şu kasaya geçeyim, açsındır da kaç saattir beni gözledin, yanına gelmesem yanıma geleceğin yoktu, madem merak ettin gelip konuşacaksın, öyle izlemeyle adam mı tanınır, az dur lafını unutma, ben birini ekmek almaya yollayayım.
Öttürdüğü ıslığıyla yerimden sıçradım, ses boş evde yankılandı. Az sonra da merdivenlerden koşarak inen birinin ayak seslerini duydum. İçeriye tek gözü kapalı bir çocuk girdi.
Tek Göz, al şu parayı, git bakkaldan ekmek peynir neyse biraz kayıntı al, paranın üstünü tastamam isterim ona göre... Gözünü mü merak ettin, kargalar oydu, bakma öyle, bende yalan yok dedim sana, simdi bu parkta dolanırken ağaçtan düşen karga yavrusunu alıp yardım etmek istemiş, anası da görünce saldırmış, gagasıyla gözünü oymuş, öyle deme abi iyilikten maraz doğmaz, karga ne bilsin yardım edeceğini, o da yavrusunu korumak istemiş. Bir rahat otursana yaslan arkana, sizin yerlere benzemez, anladım seni, tozu kiri rahatsız etti, ne yaparsın burası da böyle. Kirası, elektriği, suyu, gazı yok. Yok, kışın burada kalmıyorum. Hamamda bir yer buldum. Çatı ile baca arasında küçük bir mağara kadar alan. Bir adam anca sığar ama olsun, oranın sıcağı ile üşümüyorum. Hamamcı da insaflı adam arada içeri girip yıkanmama izin veriyor, bazen de tellaklık yapıyorum, çok müşterisi olunca yardıma çağırıyor, birkaç kuruş para, biraz da yiyecek veriyor.
Amma yaptın abi, benim yaşım büyük, yurda niye alsınlar. Ah sen çok yaşa, hiç göstermiyorsun, kız milletine söyleyeceksin, ben yirmiden sonrasını saymadım, bakma öyle, vallahi askerlik de yaptım. Sonrası karışık işte. Buralardayız. Ailem mi? Orayı açma abi, kaç yıl oldu ne yaparlar bilmem, onlar da beni bilmez. İnsan hiç sevmez mi abi? Hem de çok sevdim. Yok abi, biz olamayız onla, başkasını da sevemem. İnsanın gönlü bağlı olunca kimseyi görmüyor gözü. Senin çoluk çocuk var mı? Oo iyiymiş bir kızın var. Geldi bizim yemek. Nerede kaldın oğlum, ver poşeti.
Tek Göz dediği on dört on beş yaşlarındaki çocuktan beyaz renkteki poşeti aldı, içinden ekmeği ve gazeteye sarılı bir paketi çıkarıp az önce oturduğu kasanın üzerine koydu. Gazete parçasını açınca içinden ezilmiş peynir çıktı. Poşetin içindeki bozuk paraları da alıp cebine attı. Midem bulanmıştı kirli elleriyle ekmeğe dokunmasından, gazete kağıdına sarılı peynirden, kirli paraların ekmekle aynı poşete konmasından…
Şu kasayı yanına koyayım sehpa olsun bize. Al bakalım ekmeği, peynir de koy arasına katık yap, bakma öyle böcek görmüş gibi ellerime, elimin kiri ruhumun kirli olmasından iyidir. Ne o ayaklandın, evden mi merak ederler, dur ben de geleyim, ekmeğimi yürürken yerim, metroya gitmem lazım, benimki mesaisinden dönmek üzeredir. Benimki sevdiğim kız işte. Ama sevdiğimi bilmiyor. Bu cebimdeki keseyi gördün mü? Onun paraları. Her gün yoluna mendilci olarak çıkıyorum, o da benden mendil alıyor. Parayı avucuma koyarken parmakları değiyor ya o an ölüyorum be abi. Her gün ölmek için onun yolunu gözlüyorum.
Evden merak ederler dediğimde bir an şaşırdı, bir insanın evinde merak edeninin olmasını çoktan unutmuş olmalıydı. Kızdan bahsederken arabesk cümlelerine ne demeliydim bilemedim. Metroya vardığımızda hava kararmak üzereydi. Merdivenden çıkan kalabalığa baktı, az sonra da koluma dokunup başıyla işaret etti. Eteği dizlerinde, uzun dalgalı sarı saçlı genç bir kadın yürüyen merdivenden çıkıyordu, saçları rüzgârda uçuşuyordu. Kaliteli ve pahalı olduğunu tahmin ettiğim giysileri, mendilcinin üzerindeki kirli giysilerle öyle tezattı ki, zor değil, imkânsızdı sevgisi. İnsan kendine uygun olmayan birini neden sever ki? Kız bize yaklaştıkça tanıdık gelen hoş bir parfüm kokusu havayı sardı. Tam o anda saçlarını geri attığında yüzünü gördüm.
Bak abi şu ışığa. Nasıl güzel değil mi? Ben de böyle işte uzaktan izlemekle yetiniyorum. Abi iyi misin, bana niye öyle tiksintiyle bakıyorsun, yanlış bir şey mi dedim. Abi! Mideni üşüttün sanırım, boş ver etrafı rahat ol, al şu mendili sil ağzını. Temizdir ha! Paketten yeni çıkardım.
*: Edebiyat Atölyesi 2023 Öykü Yarışması'nda dereceye giren öykülerden.