Kurmaca ile uydurma arasında gidip gelmek
Utku Yıldırım
“Dış” iki anlamlı, kurgu dışına içkin kurmacayı ve kurgunun bir ölçüde dışta bıraktığı, yine de bağlarını sıkı sıkı tuttuğu kurmacayı incelemek isterim ama bir anımı paylaşmama izin verin, kısa tutacağım. Daha da kısa süren yüksek lisans maceramda bir hocamın, “Senden edebiyatçı falan olmaz oğlum,” demesiyle boynumu birazcık büksem de Emel Kefeli’nin sınavından dönemin en yüksek notunu almıştım ki gurur duyarım hâlâ, Emel Hoca’nın mükemmeliyetçiliği meşhurdur zira. Nihayetinde edebiyatçı olup olmadığım bir yana, “edebiyatçı”nın ne anlam ifade ettiği öbür yana, sınavda öne sürdüğüm fikirlerden biri yazar/karakter/persona ayrımının muğlaklaştığı metinlere dairdi. Herhangi bir yazarın bir metnini anlattığı röportajın metnin devamı olarak görülüp görülemeyeceğini Cem Akaş’ın verdiği bir röportajdan bahsederek sorgulamıştım, üstelik yazarın kurmaca dünyasında yer verdiği olaylardan birini yaşaması da mümkündü. Gelecekteki bir olayın metinde yer alması. Yaşamın edebiyata en yakın noktasının konumunu kestirmeye çalışırken Bayard’ın “önceden intihal” kavramını kullanırdım eğer o zamanlar bu kavramı bilseydim. Yazar kendi personasından intihal yapabilir, tersi de mümkün, iki yönlü bir intihal olur bu, metinden yaşama ve tekrar metne. Kurguyla gerçek arasındaki çizgi sandığımızdan çok daha silik. Örnek olarak Knausgaard’un Kavgam serisiyle yazarlık macerasını anlattığı İstemsiz adlı metnini düşünebiliriz, ikinci metinde Knausgaard edebi görüşlerini ve yazarlık anlayışını açıklasa da otobiyografik kurmacasına eklenebilecek ölçüde duyurur Karl Ove’nın sesini. Belki kurmaca metinleri yankılanıyordur Knausgaard’un, İstemsiz bu yankıdan ibarettir. Neden olmasın?
Farklı metinlerde farklı örnekler var, Alan Sokal’ın düşünce dünyasını sarstığı deneyi anılmaya değer. Fizik ve matematik profesörü olan Sokal 1996’da bir makale yazar, yazısını ana akımın dışında yer alsa da hatırı sayılır bir kitlenin takip ettiği Social Text adlı dergiye gönderir. Dergide postmodern kültür araştırmalarına dair metinler yayımlanmaktadır, Sokal’ın yazdığı “Sınırları Aşmak: Kuantum Kütleçekiminin Dönüştürücü Bir Hermeneutiğine Doğru” başlıklı makalesi kabul edilir ve dergide yer alır. Kıyamet Sokal’ın başka bir dergide yaptığı açıklamadan sonra kopar, Social Text’teki yazısından ötürü beklediği sert tepkiyi alamayan Sokal yazdığı makalenin deli saçması olduğunu uzun uzun açıklar. Oldukça saygın bir derginin onca saçmalığı basmasında postmodernizmin göreli gerçekliğine dair “eşsiz” bilgilerin, malumatfuruşluğun ve dergi sahibi akademisyenin gururunun okşanmasının etkisi var şüphesiz, ne ki makalenin içeriğinde kuantum mekaniğinin göreli gerçekliğinden feminist bilimin görmezden gelinmesiyle farklılaşan fizik kanunlarına dek pek çok orijinal icat vardır, Sokal yaptığı matrak açıklamalarda onca zırvanın nasıl gözden kaçabildiğini anlamaya çalışır, yaratıcılığına yer yer hayran olduğunu esprili bir şekilde belirtmeden duramaz. Bir tepkidir aslında bu eylem, Sokal özellikle Fransız filozofların fizik ve matematik terimlerini bağlamlarından kopararak kullanmalarını bilimin mutlak verilerine karşı hakaret olarak görür, postmodern görüşlerin “hakikat sonrası” çağını ortaya çıkardığını, alternatif gerçekliklerin siyasi anlamda yol açtığı tehlikeleri anlatır. Bush’un Irak’ı yerle bir etmesi, Hindistan’daki “inanç biliminin” koca ülkeyi uçuruma sürüklemesi postmodernizmin pratikteki yansımalarına örnektir. Bu konuda bilim felsefecileri de eleştiriden paylarını alırlar, Popper ve Kuhn’un paradigma anlayışlarının neden olduğu hasarın gündelik yaşama yansıması “geçerli” bilginin askıya alınmasına neden olur.
Sokal’ın metni kurmacaya yakındır, birtakım bilimsel veriler kurgu dışı metinlere ait olsa da makale kurmacaya varan son derece özgün bir yapıya sahip. Yazarın ve yazının niyetini bilsek de son kertede okurun niyeti belirleyecek belki de türü, aynı anda birden fazla türe ait olan metnin kimliği okurun alımlayışına bağlı. Yazarın kurmaca lehine daha belirleyici olduğu, yine de kurgu dışı ögelerin de pek gür duyulduğu başka bir örnek Georges Perec’in eseri Harikalar Odası’dır.
“İnancın askıya alınması” gibi olgular kurmacayla ilişkimizi belirlese de gri bölgede yer alan çoğu metin bu olguların zeminini kayganlaştırabilir. Düşme tehlikesine karşın bu tür eserler çekicidir, özellikle de okur istikameti kestiremeden bilinmeyeni keşfetmeye meyilliyse.