Betül Deveci yazdı... Şermin

Betül DEVECİ
Aceleyle kapıyı açtım, anahtar kalabalığıyla şişmiş anahtarlığın başı döndü delikte şangır şungur çevrilmekten. Bacaklarımı birbirine yapıştırıp üçgen olmuş hâlimle, elli yaşında bir kadından çok okuldan eve koşarak gelen küçük bir kız çocuğuna benziyordum. Beni çok üzmüşler okulda da ağlamak için eve gelmeyi beklemişim sanki. Tuvalete koşarken tökezledim. Yine terliklerini holün ortasında çıkarıp gitmiştin. Alıp kenara koydum.  Ömrüm boyunca senin uzuvlarından çıkanların sorumluluğunu benim almış olmam ne tuhaf: terliklerinin, çoraplarının, kıyafetlerinin ve hatta çocuklarının.
Yatak odasındaki aynada çıplak vücuduma baktım. Buraya kadarmış, dedim memelerime. Sizinle vedalaşma zamanı geldi artık. Yatağa oturdum, elimle çarşafı düzlerken düşündüm, her hastalığın bir sebebi varmış, benimki ne acaba, diye. Cevabın içinde sen de vardın Haldun.
Yüzümü yıkayıp giyindikten sonra odaları dolaştım.  Hazırlayan kimse olmadığı için kahvaltı etmemiştin. Bir dilim ekmek ve bir parça peynir atıştırmıştın sadece. Kapağı açık, öylece beklemekten yorgun düşen peynirin rengi solmuş, ekşi kokusu mutfağa yayılmıştı. Salonda biraz televizyon izlemiştin ve spor kanallarından birini açıp burnunu karıştırıp elinle top yaptığın sümüğünü halıya fırlatmıştın. Kumandayı da kanepenin orta bölmesine sıkıştırıvermiştin. Telefonun aniden çalmış ve : “ Haldun abi, sensiz yapamıyoruz, yetiş abi! “ diyen market görevlisine “ Geldim geldim, bir işi de bensiz halledin!” deyip market müdürü olmanın sende yarattığı kurumla çıkmıştın evden.
Hayatında en gereksiz şeyin benim hastalığım olacağını bildiğim için kötü gelişmelerden seni haberdar etmemiştim. Fakat o gün karar verdim, sana anlatacaktım. Konuya kısa bir giriş yapıp ardından doktorun acilen ameliyat önerdiğini söyleyecektim. Donuk bir ifadeyle bakıp : “ Geçmiş olsun Şermin.” diyecektin.
Akşam yemeğinden sonra bulaşıkları makineye dizerken her bir tabakta geçen yılları saydım.  Kutlama yemekleri de cenaze yemekleri de aynı tabaklarda yenmemiş miydi?  Düğünümüz, çocuklarımız, taşınmalarımız, evlerimiz. Sen, eline bir elma alıp : “ Amasya mı bunlar? “ dedikten sonra cevabı beklemeden salona geçtiğinde, ben kendime, vazgeçme Şermin, ondan yardım istemeyeceksin, sadece haber vereceksin, öyle düşün, diyordum.
Elma elinde, telefona bakıyordun. Kumandaya uzanıp televizyonun sesini kıstım. Bana bakmanı bekledim, bakmadın.  “Son günlerde kendimde bir halsizlik hissediyorum. Ama normal bir şey gibi değil de hani, böyle, kemiklerim sızlıyor. “ Çatırt. Elmadan bir ısırık aldın. Yutkundun. Ağzından çıkacak cümleyi heyecanla bekliyor, seninle göz teması kurmaya çalışıyordum. Hafif bir açı yaptın kafanla. “ Git o zaman Şermin. Baktır ne varsa. Doktora anlat, bana neden anlatıyorsun! “ Çatırt. Bir ısırık daha ve çiğneme sesleri.
Sabah eşyalarımı topladım. Elmaları bir poşete tıkıp çöpe attım. Antalya’ya gidip eski dostum  Emel’i görme yalanını uydurdum. Valizimi alıp çıkarken, sen kanepede uyukluyordun.
Hastaneye geçtim. Orada fark ettik ki evden çıkarken sigortayla ilgili evrakları yanıma almamıştım. Ertesi gün getireceğimi söyleyince beni boş bir odada misafir ettiler.
Doğum günüme hastane odasında uyandığım sabahın öğle saatinde, öylesine, aklıma gelmiş de nasılsın demek istemişim gibi aradım seni. “ Marketteyim Şermin, çok işim var, haydi görüşürüz! “ dedin bana. Giyinip çıktım hastaneden. Özel günleri hatırlamama konusunda beni bile şaşırtacak, o gün kendi rekorunu kıracaktın.
Kimseye görünmemeye çalışarak evin kapısına geldim. Girmek istemedim bir an içeriye. Dolaptan evrakları alıp çıkarım, evin ne durumda olduğuna bakmam, dedim kendime. İçerisi şarap kokuyordu. Belli ki akşam içilmişti. Yokluğumu kutlamış, kutlarken döküp saçmıştın. Salon kapısının önünden geçerken birden durdum. Sehpanın üzerinde iki kadeh vardı. Yatak odasına geçtim. Benim yıkayıp ütüleyip yaydığım çarşaflarda sevişilmişti . Kırmızı, dantelli sutyeni, iki parmağımın ucuyla tuttum, yere bıraktım. Banyodan sesiniz geliyordu Haldun. Kadının zevkten çıldırdığı anlarda attığı haykırışlar, üstünüze akan suyun sesine karışıyordu.
Dosyayı alıp fırladım. Arabaya bindim. Çok hızlı gidersem, her şeyin geride kalacağını ve ışık hızına ulaşırsam kendimden yeni bir Şermin yaratacağımı düşündüm. Gördüğüm ilk sapaktan karanlık ormana daldım. Önüme bir hayvan atladı. Frene bastım fakat duramadım. Gözümü açtığımda sabahın ilk ışıkları arabanın şoför camından içeri sızıyor, kim olduğunu bilmediğim bir adam, cama vuruyordu. Gözlerimi ovaladım, nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Başım zonkluyordu. Camı açtım. “ Yardım ister misin? “ dedi adam. Konuşacak gücü kendimde bulamayınca ağlamaya başladım. Gözlerim karardı. Kapıyı açıp koluma girdi. Yürüdük.
Dağın başındaki evin sonbahar yapraklarının arasında dev bir yapraktan farkı yoktu. Verandasına yığıldım. İçeri girmek istemedim önce. Beni yumuşak minderli bir koltuğa oturttu. “ Tamam, haklısın. İçeri girmek istemezsen, burada dur. Sana bir bardak su getireyim.” deyip gitti. Masanın kareli örtüsünü elimle düzlerken düşündüm: “ Ondan korkmalı mıyım?”  Çok sakin konuştu benimle. Akademisyen olduğunu, şehirdeki yaşamın stresinden kaçıp bazı geceler bu eve sığındığını anlattı. Gözlerimin içine bakarak konuşuyordu, incinmemi istemiyordu.  O yabancı bile bendeki yarayı görmüştü. Sen, yaralı yerlerle değil, dolgun kalçalarla ilgileniyordun daha çok.
Sabah hastaneye geri döndüm. Evrakları sekretere bıraktım. Bir an önce ameliyat olmalıydım. Ölmekten çok da korkmuyordum ama acı çekerek, kıvranarak ölmek istemiyordum. Hemşire beni odama götürdüğünde tek isteğim, bana en kuvvetli ağrı kesici iğnelerden yapmalarıydı. Sonra uyudum, uyudum.
Seninle birkaç kez telefonda görüştük. Hiçbir şey belli etmedim sana. Gezimin uzun süreceğinden, diğer arkadaşlarımın da görüşmek istediğinden bahsettim. Çok da merak etmiyordun dönüş tarihimi.
Ameliyatımı oldum. Şimdi iyileşme sürecindeyim. Bir şeyler kayboldu, bir şeyler geldi, dikiş izleri oldu, eski izler silindi.  Yaralar kanadı, kanamalar durduruldu. Geceler geçti.  Zor, ağrılı geceler. Sabahlar oldu, çaylar içildi. Tahlillerle tasdiklendi gülüşmeler. Bu kadın, başhekim onayıyla, kendine mutlu olma iznini verdi.
Biraz uzun bir mektup oldu, yirmi beş yılın konuşulmayan anlarına say. Çok acıttığınız için, sizi kesip atmak zorunda bıraktığınız için sana ve memelerime minnettarım.
         Davada görüşürüz.
         ŞERMİN                                                                                               

gününöyküsü öykü edebiyat edebiyatatölyesi atölye